FEFAC’ın yaygın yanlış kanaatlere meydan okuyan “Hayvancılık ve Arazi Kullanımı Hakkında Birkaç Gerçek” başlıklı makalesi, çiftlik hayvanlarının ekosistem yönetimindeki sürdürülebilir rolünü vurguluyor. Hayvancılık sadece yenmeyen bitkileri kaliteli proteinlere dönüştürmekle kalmaz, aynı zamanda karbon tutma ve optimum arazi kullanımına da yardımcı olarak sürdürülebilir tarıma çok yönlü katkı sunuyor.
Son zamanlarda, hayvancılığın arazi kullanımı üzerindeki etkisine ilişkin anlatı büyük ölçüde olumsuz yönde gelişmiştir. Ancak FEFAC’ın “Hayvancılık ve Arazi Kullanımı Hakkında Birkaç Gerçek” başlıklı makalesinde yer alan veriler incelendiğinde ise farklı bir tablo ortaya çıkarken, hayvancılığın ekosistemlerimizdeki önemli ve sürdürülebilir rolü vurgulanıyor.
Pek çok kişi için hayvancılığın ağırlıklı olarak toprağı tükettiği ve bozduğu yönünde bir kanaat vardır, ancak bu yüzeysel ve çoğu zaman yanıltıcı bir yorum. Örneğin Avrupa’da, hem çiftçiliğe hem de hayvan otlatmaya ayrılan arazi alanı son 60 yıldır neredeyse sabit kalmıştır. Tek başına bu veri dahi, diğer tarımsal faaliyetler aleyhine hayvancılığa tahsis edilen arazilerin arttığı yönündeki yaygın inancı çürütmektedir.
Rakamları daha derinlemesine incelendiğinde, FEFAC’ın raporu, hayvan otlatmak için ayrılan arazilerin büyük bir kısmının geleneksel ekin yetiştiriciliği için uygun olmadığını ortaya koyuyor. Dünya genelinde hayvancılık için kullanılan 2,5 milyar hektarlık alanın 2 milyarı, ekosistem için hayati önem taşıyan ve genellikle tarıma uygun olmayan otlaklardır.
1.2 milyar hektarlık bir alan henüz hayvancılık faaliyetleri açısından el değmemiş durumda. Bu durum, arazilerin kenar bölgelerde olması, yüksek rakımlarda yer alması ya da bozkır ve çalı ekosistemlerinden oluşması ile açıklanabilir. Ancak bu topraklar atıl durumda değildir; aktif olarak karbon yutağı görevi görerek iklim değişikliğine karşı küresel mücadelede hayati bir rol oynuyor.
Bu geniş otlakların potansiyeli incelendiğinde, sadece yaklaşık 0,7 milyar hektarın doğrudan ürün tarımı için ekilebilir alanlara dönüştürülebileceği görülüyor. Sarp araziler, sığ toprak derinliği veya kısa bitki büyüme döngüleri gibi çeşitli faktörler, geri kalan 1,3 milyar hektarı tarım için uygunsuz hale getiriyor. İşte bu noktada hayvancılığın, özellikle de sığır, manda, koyun ve keçi gibi ruminantların vazgeçilmez rolü ortaya çıkıyor. Aksi takdirde verimsiz olacak bu toprakları beşeri tüketim için yüksek kaliteli protein kaynaklarına dönüştürüyor.
Ancak hikaye burada bitmiyor. Çiftlik hayvanlarının beslenme alışkanlıkları da ekosistemdeki sürdürülebilirlik rollerinin altını daha da çiziyor. Yaygın algının aksine, hayvanlar insanların temel gıda ürünlerini oburca tüketiyor değiller. Örneğin sığırlar genellikle yağlı tohum işleme veya tahıl hasadından kalan artıklarla beslenir. Küresel yemin %11’i çiftlik hayvanlarına giterken, %86’sı selüloz bakımından zengin bitki materyallerinden oluşuyor. Bunlar insanlar tarafından doğrudan tüketilemez ve hayvanlar tarafından tüketilmemeleri durumunda da çöpe gider.
Ruminantların kendine özgü sindirim sistemleri, onların verimli bir geri dönüşümcü olmalarını sağlıyor. Yenilebilir olmayan, lifli bitkileri temel amino asitler açısından zengin yüksek değerli proteinlere dönüştürürler. Bunu yaparken, ruminantlar aksi takdirde atılacak malzemeleri dönüştürerek potansiyel çevresel atıkları azaltır ve et, süt ve yumurta şeklinde besin değeri sağlar.
Sonuç olarak, sürdürülebilir tarım ve gıda sistemlerine ait sorunların çözümünde, konuya dengeli bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekiyor. FEFAC’ın makalesinde yer alan görüşler, çiftlik hayvanlarının arazi kullanımı ve sürdürülebilir gıda üretimindeki çok yönlü rolünün farkına varılması gerektiğini gösteriyor. Bu hayvanlar sadece protein kaynağı olmanın ötesinde bir yer tutuyor ve arazi yönetimi, karbon tutma ve verimli kaynak kullanımında önemli bir rol oynuyor. Yol alırken, bu nüansları fark etmek ve tartışmalarımıza ve politikalarımıza entegre etmek hayati önemde.
İlgili dosya: Hayvancılığın ekosistemlere sürdürülebilir etkisi