Yem sanayinin hızla büyüyor olması hepimiz için bir gurur kaynağı. Ancak önümüzde iyi yönetilmesi gereken bir büyüme var. Gerek devletin, gerek sektörün gerekse de ilgili kurum, kuruluş ve STK’ların sektörle ilgili kararlarda daha uzun vadeli planlamalar içerisinde olması, kararlarda sektör oyuncuları ile bir araya gelerek daha amacına uygun vergisel ve yasal düzenlemeler yapılması hususunda daha hassas olunması gerekmektedir.
İbrahim ERTEKİN
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Ortağı
Birlik Tarım Sanayi Ve Ticaret A.Ş.
Türkiye son 15 yılda karma yem üretiminde hızlı bir ivme yakalamış ve 5 milyon ton seviyelerinde olan toplam karma yem üretimi 2017 sonunda 23 milyon tona yaklaşan bir hacme ulaşmıştır. Artan nüfus ve kişi başı GSMH tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kaliteli beslenme ve dolayısıyla protein tüketim alışkanlıklarını tetiklemektedir.
Sektörün bu denli büyük bir ivme ile büyüyor olması bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Özellikle yem hammaddesi tedariki, planlaması, lojistiği profesyonelce yönetilmesi gereken bir hal almıştır.
Son 15 yılda yerli tarımsal üretim, yaşanan hızlı karma yem üretiminin hammadde ihtiyacını karşılayacak düzeyde olamamıştır. Özellikle kanatlı yem üretiminin en temel hammaddesi olan soya fasulyesinde yerli üretim toplam tüketimin yüzde 5’ini karşılamaktan öteye geçememektedir. Ne yazık ki karma yem üretiminin temelini oluşturan protein ve nişasta kaynaklarında ithal hammaddeye bağımlı hâle gelmiş bulunmaktayız. Yem üretiminin temel girdilerinden olan kepek grubu, küspe grubu ve nişasta ve alkol sanayii atıklarının toplam ithalatı 2003 yılında 148 milyon USD iken 2017 sonunda 1,246 milyar USD olarak gerçekleşmiştir. Yani son 15 yılda karma yem sektörü 4 kat büyürken bu üç ana kalemin ithalatındaki büyüme 8,5 kat olmuştur.
Gıda enflasyonunu önlemeye yönelik olarak, hammadde ithalatında uygulanan gümrük vergileri yakın dönemde düşürülmüş ve hatta bazı ürünlerde sıfırlanmış olmasına rağmen arz/talep dengesi ile CIF fiyatlar yükselmiş ve üretici açısından maliyet düşürücü bir etki görülememiştir. Bu şekilde yapılan gümrük vergisi indirimleri devletin kasasına gidecek vergileri yurtdışındaki üretici ve ihracatçıların tarafında fiyat artışı ve dolayısıyla hanelerine kâr olarak yazmıştır.
Avrupa’daki üreticiler satış ve hammadde planlamasını daha uzun vadeli yaparken ülkemizde birçok farklı gerekçelerle daha spot kısa vadeli planlamalar yapılmaktadır. Üretici sadece yabancı para riski ile değil aynı zamanda sürekli değiştirilen gümrük vergileri, Toprak Mahsulleri Ofisinin piyasaya müdahale etme iştahı gibi farklı etkenlerle de mücadele etmektedir. Dolayısıyla üretici yıllık hammadde planlaması yapmak yerine kur riski, vergi riski, TMO faktörünü de göz önünde bulundurarak daha kısa vadeli hammadde tedarikine yönelmektedir. Nitekim daha önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da yurtdışı ve yurtiçi fiyatları dikkate almaksızın satış fiyatları belirleyen TMO, üreticileri ve ithalatçıları ne yapacaklarını bilemez hâle getirmiştir.
Ürün maliyetinin %85 gibi büyük bir oranının hammadde kaynaklı olduğu böyle bir sektörde hacim de bu denli büyümüşken sorunların bir anda çözülmesini beklemek mümkün değil tabi ki. Ancak orta uzun vadeli çözümler ve uygulamalarla sektörün daha sağlıklı büyümesi sağlanabilir.
SOYA VE SÖZLEŞMELİ TARIM
Öncelikle hammadde tedarikinde dışa bağımlılığı azaltabilmek için yerli üretimle ilgili bir takım düzenlemeler, teşvikler gerekmektedir. Soya fasulyesinin tüketimi 3 milyon ton civarında iken yerli üretimin yıllardır 200.000 ton seviyesini geçememesi en öncelikli ele alınması gereken sorundur. Dünya genelinde en önemli ve en büyük hacme sahip protein kaynağı soya fasulyesi iken bu üründe yıllardır %90 ithal ürüne bağlı olmamız devletin, üreticilerin ve sektörün bu konuda ne kadar duyarsız kaldığının göstergesidir.
Ülkemiz toprak yapısı ve iklim olarak soya fasulyesi üretimine müsaittir. Devlet eliyle üreticileri soya fasulyesini üretmeye zorlamasını beklemek mümkün olmayacağı için burada sektörün büyük oyuncularına görev düşmektedir. Özellikle son yıllarda GDO ile ilgili yapılan düzenlemelerden sonra GDO mevzuatından kaynaklı hammadde temini krizleri yaşandığı malumunuzdur. Sektörün bir ay dahi hammaddesiz kalmaya tahammülü olmadığı hâlde GDO kaynaklı sorunlardan dolayı sektör defalarca kısıtlı hammadde erişimi ve fahiş fiyatlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bugün dahi son 4 aydır kabul edilmeyen gen ihtiva eden soya fasulyeleri limanlarda beklemekte ve ne yazık ki sektör soya küspesini ederinin üzerinde primlerle kullanmaktadır. Bu soruna olabilecek en iyi yaklaşım tarım üreticilerinin soya fasulyesi üretimine teşvik edilmesi, bu konuda desteklenmesidir. Bunu devlet yıllardır destekleme primleri, biyodizel teşvikleri ile sağlamaya çalışmış olsa dahi gerek yanlış tarımsal uygulamalar, gerekse yanlış tohum seçimleri gibi sebeplerden başarılamamıştır. Geriye kalan tek çözüm sektörün el birliğiyle sözleşmeli tarımla üretimi artırmasıdır. Çiftçilerin ürün seçimi konusunda alışkanlıklarının değiştirilmesi için geniş çaplı kampanyalar, eğitimler düzenlenip sözleşmeli tarımla diğer alternatif ürünlere göre daha kârlı olacakları, ürün satışında sıkıntı yaşamayacakları orta ve uzun vadeli çalışmalarla anlatılmalıdır. Bu konuda Amerika menşeili firmaların endüstriyel patates imalatı ile ilgili yapmış oldukları sözleşmeli tarım çalışmaları ve başarı hikâyeleri sektör için yol gösterici olabilir.
Ayrıca Ukrayna bu konuda ele alınması gereken başka bir başarı hikâyesidir. 2000’li yılların başında toplam soya fasulyesi üretimi 100.000 ton civarında olan Ukrayna’da bugün soya fasulyesi üretimi 4 milyon ton seviyesindedir.
Yerli soya üretiminin artırılması hem soya fasulyesi tedarik ve lojistik planlamasını rahatlatacak hem de sektörün dönem dönem GDO kaynaklı yaşadığı krizleri en aza indirecektir.
UN VE YAĞ SANAYİNİN ETKİLERİ
Soya harici diğer protein ve nişasta kaynaklarında da benzer sorunlar yaşanmaktadır. Protein ve nişasta kaynakları yağ fabrikaları ve un/nişasta/etanol fabrikaları için ana ürün değil, yan ürün hatta atık konumundadır. Yağ ve un sanayinin nominal kapasitesinin ancak dörtte bir kadarının doldurulabildiği dikkate alınırsa bu tesislerin daha yüksek hacimle çalıştırılmaları durumunda ülkemizin kepek/küspe ithalatı azalacaktır. Bu aşamada devletin vergisel düzenlemelerle, ihracat teşvikleriyle kırım tesislerini ve değirmenleri daha yüksek kapasitede çalışabilir hâle getirmesi gerekmektedir. Yağ fabrikaları son dönemde ihracat kaybına uğramışlar ve kırım tonajlarında ciddi bir düşüş yaşanmıştır. Bunun yanı sıra yağ sanayinde yaşanan tağşiş sorunundan dolayı birçok yağlı tohumun ithalat vergi oranları yükseltilmiş ve bu ürünler ithal edilemez ve dolayısıyla kırılamaz duruma gelmiştir.
Ülkemizde soya grubundan sonra en fazla kırım yapılan yağlı tohum ayçiçek çekirdeğidir. Geçtiğimiz dönemde Ayçiçek çekirdeği ve Ayçiçek ham yağı ithalatı ile ilgili yapılan vergisel düzenlemeler ile Ayçiçek çekirdeği ithal edip kırım tesislerini çalıştırıp dolayısıyla küspe üretimi de yapmak yerine doğrudan ham Ayçiçek yağı ithal etmek daha avantajlı hâle veya başa baş noktasına getirilmiştir. Her hâlükârda ülkemizin Ayçiçek yağı açığı ithal hammadde ile tamamlanacaksa bunun çekirdek ithalatı ile katma değerin ülkemizde bırakılmasını ve dolayısıyla yem sektörünün fazladan küspe ithalatı yapmamasını sağlayacak ciddi vergisel düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Un sanayi için ise ithalat genellikle ihraç kayıtlı yapılmakta olup o konuda da kapasitelerin daha yüksek kullanılmasını sağlamaya yönelik ihracat teşvikleri sağlanmalıdır. 2010’lu yılların başında Güney Doğu Asya ülkelerine çok ciddi un ihracatı yapılırken son yıllarda gerek anti-damping yasaları gerek ülke kotaları gibi uluslararası politik sebeplerle bu destinasyona yapılan ihracatımız büyük oranda azalmıştır. Son yıllarda un ihracatımız Irak, Suriye ve Afrika ülkelerine endeksli hâle gelmiş, ihracat hacmimiz azalmıştır. Devletimizin un ihracatını artırmaya yönelik siyasi açılımlar getirmesi ve un ihracatçılarımızın yeni pazar arayışında yönlendirme ve desteklemelerde bulunması gerekmektedir. Bu şekilde yağ ve un üretiminin artması sonucu küspe ve kepek üretimi de artmış, bu ürünlerde dışa bağımlılığımızı azaltmış, ürüne erişimi kolaylaştırmış olmayı hedeflemekteyiz.
UZUN VADELİ PLANLAMA
Yem sanayinin dönemsel olarak yaşadığı hammadde temini sıkıntısını aşabilmesi için daha uzun vadeli planlamalar yapması gerekmektedir. Burada olabilecek en iyi çözüm ürünü ve hammaddeyi eş zamanlı uzun vadeli fiyatlayıp sonrasında sadece lojistik ve üretim faaliyetlerine odaklanmak olmalıdır. Tabi ki satışların TL’ye, hammadde ithalatının yabancı paraya endeksli olduğunu ve kurdaki dalgalanmaların ve yükselişin bu kadar yüksek olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda uzun vadeli planlamaların sadece bu sebepten bile çok kolay olamayacağını kabul etmek gerekir. Soya grubunun borsa üzerinden risk yönetiminin büyük ölçüde sağlanabilmesi mümkün iken diğer yem hammaddelerinde aynı durum söz konusu değil. Sektörün hammadde tedarikinde ve ürün satışında mevsimsel faktörlere maruz kaldığı da düşünülürse çok profesyonel bir yönetim sergilenmesi kaçınılmazdır.
KAYNAĞINDA TEDARİK
Yem sanayi bu kadar büyük hacme ve profesyonel üretim mantığına ulaşmışken tedarik konusunda henüz gerekli profesyonelliğe gelememiştir. Çoğu zaman lojistik ve finansal faktörlerle fabrikasına teslim ürün almayı tercih etmektedir. Özellikle ithal hammaddede ürün fabrikadan ihracatçıya ihracatçıdan Türkiye’deki ithalatçıya hatta oradan aracı tüccara ve en son yem fabrikasına ulaşmaktadır. Bu şekilde yapılan bir ticarette kontrol hiçbir şekilde son tüketicide olamayacağı gibi maliyet açısından da çok ciddi fark oluşmaktadır. Yem sanayiinin ithal hammadde konusunda fabrika teslimi yerini geriye doğru CIF, FOB ve hatta olabiliyorsa fabrikadan teslim (EXW) olacak şekilde organizasyonunu yapabilir hâle gelmeleri gerekmektedir. Tabi ki burada ölçek ekonomisi devreye girmektedir. Üreticilerin ölçeklerini de dikkate alarak fabrikasında teslimden kaynağında tedarike doğru kendilerini konumlamaları hem maliyet açısından hem de kontrol edilebilirlik açısından avantaj sağlayacaktır.
UZUN VADELİ VERGİSEL UYGULAMALAR
Özellikle son dönemde gıda enflasyonu ve kırmızı et özelinde enflasyonu önlemek amacıyla birçok ürünün gümrük vergisi değiştirilmiş, düşürülmüş, sıfırlanmıştır. Bu çiftçi, hem tüccar, hem ithalatçı hem de ve en çok da yem sanayicisi açısından farklı olumlu/olumsuz sonuçlar yaratmaktadır. Üretici sonuçların olumlu veya olumsuz olmasından ziyade sürdürülebilir ve öngörülebilir olmasına önem vermektedir. Buğday, arpa, mısır ithalatında uygulanan gümrük vergileri önce %130 seviyesinden %25-45 bandına düşürülmüş, sonrasında arpanın vergisi sıfırlanmış ve 1 Nisan itibariyle tekrar %35 olarak başlanmıştır. Bugün ise mısırın gümrük vergisinin sıfırlanması ile ilgili beklenti oluşmuş ve tüm satıcılar ve alıcılar hareket edemez hâle gelmiştir. Bu spekülasyonla bile ithal mısır fiyatları yaklaşık 30 USD/ton artmış ve Rus/Ukraynalı ihracatçılarını sevindirmiştir. Vergi oranlarında sık sık değişikliklerin yapılması yem sanayicisini ve ithalatçıları planlama yapamaz, öngörüde bulunamaz hâle getirmiştir. Devletin bu konuda bu kadar çok müdahale etmesi yerine daha uzun vadeli vergi/fiyat planlamaları yapması daha doğru olacaktır.
TMO FAKTÖRÜ
Toprak Mahsulleri Ofisinin (TMO) resmi misyonu; tarımsal ürün piyasalarını düzenleyerek üretici ve tüketiciyi koruyacak tedbirler almak, olağanüstü hâl stoku bulundurmaktır. Ancak ne yazık ki TMO gıda enflasyonu ve benzeri sebeplerle bir tüccar gibi davranmakta ve elinde bulunan devlet imkânlarıyla iç ve dış piyasa fiyatlarını gözetmeksizin satış fiyatları belirleyebilmektedir. Yem sanayi TMO’nun müdahale beklentisi ile hammadde planlaması yapmakta zorlanmakta ve dönem dönem yanlış yönetimlerle hammadde sıkıntısına girerek suni fiyat yükselişleriyle karşı karşıya kalmaktadır.
Sonuç olarak, yem sanayinin hızla büyüyor olması hepimiz için bir gurur kaynağı. Ancak önümüzde iyi yönetilmesi gereken bir büyüme var. Gerek devletin, gerek sektörün gerekse de ilgili kurum, kuruluş ve STK’ların sektörle ilgili kararlarda daha uzun vadeli planlamalar içerisinde olması, kararlarda sektör oyuncuları ile bir araya gelerek daha amacına uygun vergisel ve yasal düzenlemeler yapılması hususunda daha hassas olunması gerekmektedir.